Açıklama : - Alo... Mecit sen misin?
- Evet Can.
- Haydi buluşuyoruz.
- Nerde?
- Aynı yerde.
- Tamam
Buluştular.
Yavaşça konuştular.
- Cakko çağırmış bizi...
Beraber ikimizi.
Arkadaşlar ordadır.
Geç mi kaldık acaba?
Ama zannetmem, işte;
Şu binaya girişte.
Cakko da başlamıştır.
Anlatması çok güzel
Örgüte çok faydalı.
Sen etrafı kes Mecit.
- Tamam tamam önden git.
İki-üç saat sonra,
İyice karanlıktı;
İkisi birden çıktı.
- Sigara ver yakalım.
- Çabuk ol da işimize bakalım.
- Bugün bana iki paket yetmedi.
- Sen etrafı dikizle de hiç hoşuma gitmedi.
Poşet iyi ki siyah.
Bekçi mi o eyvah!
Bırak poşeti yere!
- Korkma, korkma bekçi değil, adam olmuş teyyare.
- Bana korkak Mecit.
Ben tedbiri severim.
Hem düşün ki bak kaç sene, yakalanmadık gene.
Bize güveniyorlar.
İş bitirir diyorlar.
Öyle değil mi yoldaş?
- Doğru dedin arkadaş.
Bir vazife uğruna...
Yanyana, yürüdüler.
Mecit dedi: - Şu duvara, yazalım.
Şu duvar da müsait
Biri poşetten çıkardı boya ile fırçayı
Biri dedi: - Erkete dur, saatlerce gezdiler;
Yazdılar, çizdiler, saatlerce gezdiler;
Cami duvarına dahi, kelimeler dizdiler.
Bir başka gün yine düştü bir jeton;
Aynı ses ve aynı ton.
- Alo... Mecit sen misin?
- Evet Can.
- Haydi buluşuyoruz.
- Nerde?
- Aynı yerde.
- Tamam
Akşamdı buluştular.
- Selam
- Selam.
Toplantı erken bitti.
Dışarıya çıktılar.
İlk konuşan Mecit’ti:
- Gericiler, camiden boşalıyor.
- Ne kadar kalabalık!
- Bu geceyi bilmiyorsun galiba?
- "ARİFLER GECESİ" mi?
- "Arefe" diyorlar.
- Enterese etmiyor.
.................................
- Ben var ya Can;
Bazen düşünüyorum da...
Acaba şu durumda...
Onlar mı gerici, yoksa biz miyiz? Bir soru şuurumda.
- Bak yoldaşım bunu kaç kez söyledim...
Hem bilgimi aşıyor;
Hem aklım karışıyor.
Artık boşver, işimize bakalım.
Ver sigara yakalım.
Başladılar afişe.
Duvarlara peşpeşe.
Çok bildiri astılar;
Çok da geç kalmıştılar,
Ayrıldılar.
Anahtarı çevirdi.
Mecit evine girdi
Ailesi yatmıştı.
Sessiz ve karanlıktı.
Küçük şamdanı yaktı.
Peşinden de sigara;
Koltuğuna oturdu.
Biraz düşüne durdu.
"Yaratıcı var mı? Yok mu?" kendi kendine sordu.
Ve nasıl bulunurdu?
Yine sordu... Yine sordu... Düşünüyordu.
.................................
Yan odada uyuyordu annesiyle babası.
Kulağına gelen bu ses, babanın horlaması.
İşte dedi. "Benim bunlardan türeyişim nasıldır?"
Bunlar sebep, benim için Yaratıcı asıldır.
Sevgi denen cazibeyle, tutuşmuşlar elele
Bedenlere sevgi ve zevk, yerleştiren kim hele?
Hem de bak ki cinsiyetler, bir erkek bir dişidir.
Birbirine uygunluğu, bir bilenin işidir.
Bu aletler nasıl bulmuş annemi ve pederi?
Elbette ki bir sanat ve bir düşünce eseri.
Bir damla su ve içinde bir hücresi ben idim.
Milyonlarca hücreden ben, rahime giden idim.
Ve kırkaltı kromozom bir hücrede birleşti.
Bir aralık benim boyum, sıfır tam yüzde beşti. *
Ve bir zaman ihtimamla korunmada kalmışım.
Bir çiğnem et, sonra kemik, sonra beden almışım.
Ruh diyorlar... Evet öyle... Başucuma dikilmiş.
Öyle candan arkadaş ki, sonsuza dek vekilmiş.
Dört aylıkken kim demiş de parmağımı emmişim?
Daha anne karnındayken, emmeyi öğrenmişim.
Elim, ağzım, hiç bir uzvum, beni beslemez şimdi.
Göbeğimden bir hortumla beni besleyen kimdi?
O alemde yaşamakla, orda kalmayacaktım.
Bu dünyadan söz etseler, kâle almayacaktım.
Takılmış çok organımı, lüzum eder sanmazdım.
"Gideceğin yerde lazım." Deseler, inanmazdım.
Ahirette lazım denen aynen ibâdet gibi;
Şimdi gördüm âzâlarım biri bin devlet gibi.
Nasıl oldu anlamadım, birden işler değişti
İktidarım olmaksızın bu âleme gelişti.
Bu âleme geliş var ya, akıl ederse meyil...
Demek yine bir âleme gelmemiz işten değil.
Göbeğimde bağlanmıştı, nasıl beslenecektim?
Hazır terkip gıda var mı? Kime seslenecektim
Vâlidemde süt mü vardı? Demek Biri düşünmüş!
Bütün bunlar başlangıçta mutlak bir görüşünmüş.
Emmem için uçları var, hem de delik delinmiş.
Bu işlerin ustalığı bir muazzam el’inmiş.
Bir şey dikkatimi çekti, tam bitmişken işlerim...
Âzâlarım tastamamdı, yalnız yoktu dişlerim!
Memesini ısırırdım, çünkü çenem kuvvetli.
Demek Biri annem için benden çok merhametli.
Hatta yedi yaşımdayken, ağzım hep çürük dişti...
Kıymetini bilmezdim, onları kim değişti?
Tüm bunları okullarda, bize bir bir dediler...
İmzaları kime ait, niçin söylemediler?
Kim bunları örtüyorsa, insanlığa kalleştir.
Hiç aklımdan çıkmayan şu, sıfır tam yüzde beştir!
Şu ellerim... Hodri meydan, kim zerre hata bulur?
Daha güzel el düşünsek, akılsızlık bulunur.
Parmakların mafsalları, nasıl yerli yerince.
Mafsal kendi olamaz ki, düşünürsem derince.
Lâzım diye uçlarına, tırnağı kim takıyor?
Bir Allah’ı işaretle, her an bana bakıyor!
Damda gezen olmadıkça, kar yağsa da iz olmaz.
Bunca kudret, bunca kalem... "Bir harf kâtipsiz olmaz." **
Seven dahi sevdiğine, eliyle dokunuyor.
Beş parmakta, Allah ismi, çok rahat okunuyor. ***
Kıvrılması olmasaydı, dirseklerin, dizlerin;
Hiç mümkün mü görmemesi, kör de olsa gözlerin?
İskelet ki ayrı ayrı kemiklerden değil mi?
Yüzden artık kilo taşır, bu kudret kimin ilmi?
Aynı hücre, aynı tarla, üç ekin var uzanır...
Aynı başta kaş ve kirpik, ne uzar ne budanır.
Biri bize murâd etmiş, şu sakal-bıyık var da...
Onlar insan, biz de insan; fakat yoktur kızlarda.
Mâdem ki var hoş kokular, hoş sedâ, hoş lezzetler;
Demek bana Biri takmış, algılayan aletler.
Kokuları tefrik eden burnu bana kim takmış?
Kokmuş şeyi farketmeye, ağzım geç kalacakmış.
İnsan ilmî îzahlara ülfet etmiş uyuyor;
Kulak et, zar, kıkırdak da, kim demiş de duyuyor?
Demek Allah her varlığa, ilim ve kanun yazmış.
Eğer böyle olmasaydı, zaten ilim olmazmış.
Dil ne küçük... Hem ne büyük labaratuvar böyle?
Binbir çeşit lezzetleri, nasıl biliyor öyle!
Şu gördüğüm her şey göz’e, göz kendine hüccettir.
Göz dediğin su’dur, et’tir, görmesi kerâmettir.
Hiç bir uzvun eksiği yok, en mükemmel yeri var.
Mâdem hata yok, demek ki hata yapmaz Biri var!
Şu uykuyu kimden aldık? Sanki ölüm ötesi.
Her gün ölüp diriliriz, inanmamak da nesi?
Şu sindirim sisteminin, hangi haline şaşma?
Lîsanıyla bana der ki: Ağzına at, karışma.
İçimdeki organların mâhiyeti, et ve su...
Bir sanatkâr kurmasaydı, nasıl çalışır ya Hu?
Kimin işi her hücreye kan taşıyan borular?
Bir Kâdir’e vermeyince, boşta kalır sorular.
Diken, sinir sistemiyle acı verir gezilmez.
Sinirleri kopmuş uzuv, alev alsa sezilmez.
Şu hafıza, şu beyin, kim vermiş de almıştık?
Dört yaşımda, yaşıtımla kırk yumurta çalmıştık.
Ve şu gönül... Hayret di mi? Yüzler duygu doluşmuş.
Şu et, şu kan, şu kemikte, gönül nasıl oluşmuş???
Demek Allah sistem kurmuş, ete, kemiğe bak ki.
Bu Sanatkâr, O değilse kim sahip çıkacak ki?
Maddecide iz’an olsa, işi maddeye yıkmaz.
Maddeden ruh, maddeden us, maddeden gönül çıkmaz!
Aklı, ruhu, gönlü takan, gaz mı? Toz mu? Duman mı?
Şol gerici inanan mı? Bunlara kalp yuman mı?
Şu varlığı kim yarattı? Dersek; "tabiat" der de...
Her varlığı tek tek sorsak, yapan tabiat nerde?
Varsayımlar, teoriler... Ne gördüm, ne tanırım.
Varlığını farkettiğim, Allah’a inanırım.
Bir zi-şuur, ne hücredir, ne de hâdiselerdir.
Allah vardır! Allah birdir! Bu hayat bir kaderdir!
.................................
Vakit hayli geçmişti.
Çok sigara içmişti.
Bir an sessizce durdu.
Alnını oğuşturdu
Kendi kendine sordu;
Okuldan bir arkadaş,
Sokulup yavaş yavaş,
Bir şey demişti bana.
Yüce Kur’an’dan yana.
Hep dinden söz ederdi.
Elim O’nu iterdi.
O demişti bir âyet.
Şöyle idi nihâyet:
... "Sen Rahman’ın yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın.
Gözünü çevir de bak... Bir aksaklık görebilir misin?
Sonra gözünü tekrar tekrar çevir.
Fakat göz;
Umduğunu bulamayıp;
Zelîl ve hakir olarak dönecektir."
Aman ya Rabbi!
Ne müthiş söz bu böyle!?
Fakat gerçekten öyle.
Bir meydan okumak ki:
Bilimlere, kâşiflere
İyilere, kötülere
Diplomalı kâfirlere
Bizi ifsâd edenlere
Hemi çağdaş cahillere
Kıyâmete dek tâ ki.
Bütün bunlar gösterir ki ahiret de hazırdır.
İlk varoluş, ikinciye, perdesi açık sırdır.
Hiç mümkün mü hiçe insin şu kâinat, hem de biz?
"Biz neciyiz? Nerden geldik? Nereye gidiciyiz?" **
Hiç mümkün mü nevbaharlar, bir gün olup solmasın?
Hiç mümkün mü soldu diye, tekrar bahar olmasın?
Yüzde bir de ölüm varsa, insan bahse katılmaz.
Ahiret bu... Mahvolmaya yazı-tura atılmaz!
İnanmışa, cennet de var, cehennem de, af da var
Îmansıza, ebediyyen cehennemlik yafta var!
.................................
Evet bunlar gerçekti
Birden içini çekti
Sigara içecekti. Vazgeçti
Biraz da terlemişti
Bu ses de ne uzaktan?
Mevce mevce geliyor.
Allah’u Ekber, Allah’u Ekber.
Lâilâhe illallah.
Demek olmuştu sabah!
Mecit’in hali neydi?
Başını öne eğdi.
O ne o? Ağlamak mı?
Yoksa mutlu sabah mı?
Hayret!
Mecit yerinden kalktı,
Ve abdest alacaktı.
Aldı evinden çıktı.
Hem bayramdı, sabahtı.
Yürüyordu.
Câmiyi görüyordu.
Ve neler söylüyordu:
Rabbim! İşte geliyorum, mahcûbum ve kederli.
Cenneti mi? Düşünmedim; sevgin bana yeterli.
Her ne kadar geç kaldıysam elimden tut ne olur.
Merhameti Sen yarattın, en çok Sen’den umulur.
Altı saat evvel astım, duvarlara afişi
Şimdi murâd ediyorum, Sana secde edişi.
Şu kalp gözüm seni gördü, başkasıyla bakışmaz
Günâhımın hepsini sil, Sana az şey yakışmaz.
Senin yolun her ne olsa ölmek bile sezâdır.
Kişilerin çizdiği yol, yarın bana ezâdır.
Hayatımda olmayışın, o gün bana ateştir.
O gün Sen’den başka herkes, sıfır tam yüzde beştir!
İfsatçılar yere batsın, dini yanlış tanıtmış
Adınıysa gizlemişler, her şey Sana kanıtmış.
Canlıları inceledik, her santim ve her milim.
İmzanı da farketmiştim, fakat ben de câhilim.
Ne Güneş’i, ne Kamer’i adına vermediler
- Oraya kim koymuş? Dedim; doğa moğa dediler.
Adından ziyâde adlar bellettirdi hocalar
Sen’den ziyâde sevildi, adı batasıcalar.
Yazdıkları; Sen’den uzak mutluluk reçetesi...
Dine karşı şu çağdaşlık, özgürlük demek nesi?
Kelimeler kazma olmuş, kafaları eşmişler...
Bir ahiret bir de Sen’i, nelere değişmişler!!!
İçimdeki boşluğu, asla benimsemedim
Sen’i bulmak istemezken, sevmeden edemedim.
Ne yapayım? Anladım ki, kırık dökük her yerim,
Hazır gözüm yaşarmışken, affediver ey Kerim.
Meğer sensiz sahte imiş, her mutluluk be ilim
Reçetende öyle demiş, Peygamberim, Sevgilim.
Şu halimden haber versen, ya Rab Peygamberime
Benim yüzüm tutmuyor da, selâm söyle yerime.
Yollarına ekeceğim iman kokulu güller...
Ölmemişse hayat bulsun, ifsât olmuş gönüller.
Ya Rab benim işim bitti, dinden uzak cepheyle
Onlar seni bilmiyorlar, onları da affeyle...
İzlenme : 8626 |
Puan : 4.2
Süre: 17:10 |
Tarih : 30.03.2012
Etiketler : asım yıldırım sıfır tam yüzde beş