Açıklama : Ne çok sevinmişti ekmek parası için gittiği gurbetteki babası ona bir
çift ayakkabı gönderdiğinde. Dünyalar onun olmuştu sanki.
Babası bir sabah o uyurken gelse yavaşça yanına girse onu kollarına alsa
uyandığında ona gülümsese ancak bu kadar sevinebilirdi herhalde.
Beyaz spor bir ayakkabı idi üstünde iki cırt cırt vardı. Altları siyah
biraz da yüksekti. Çelimsiz ve ufacık olan boyunu biraz da yüksek
gösterecekti bu ayakkabılar.
Bayramda giyersin demişti annesi ve kaldırmıştı sandığa beyaz spor
ayakkabılarını.
Daha iki ay vardı bayrama. Bu bayram daha güzel daha
mutlu olacaktı.
Başka bir heyecanla bekledi günlerin geçmesini. Beklenen gün gelip
çatmıştı. En buruk, en mutlu günüydü onun. Buruktu babası bu bayramda
gelememişti. Mutluydu onun gönderdiği beyaz ayakkabılarını giyecekti. O
sabah ayakkabılarına sarılırken babasına sarılır gibi hissetti. Birkaç
ay önce artırdığı üç beş kuruşla almıştı ne de olsa. Belki ayakkabıya,
kardeşlerinin fanilasına, annesinin patiskasına verdiği paralar yüzünden
gelememişti bu bayram. Tek başına gene gurbet elde kalmıştı.
Bir önceki bayramdan kalma gömleğini ve pantolonunu çıkardı annesi
özenle sakladığı yerden. Yer döşeğinin altına koyarak bir güzel ütü
yaptı kendince. Kırışıklıkları düzeltti işten güçten kırışmış elleriyle.
Ayakkabıları kadar olmasalar da fena durmamıştı üstünde. Zaten
etrafındaki diğer çocukların ondan bir farkları yoktu. Hepsi de onun
gibi fakir çocuklardı. Hatta onun diğerlerine göre bir artısı vardı;
beyaz cırt cırtlı spor ayakkabıları.
El öpmeye gittiği komşulardan kavrulmuş buğday, kavrulmuş nohut, üzüm,
durumu biraz iyi olanlardan şeker toplamıştı epeyce. Hatta harçlık bile
almıştı Almanya' da işçilik yapan, zor da olsa bu bayramda memleketine
gelen komşudan. Ve bayramdan sonra gömleği ve pantolonu gibi ayakkabısı
da kalkmıştı sandığa bir sonraki bayramda giyilmek üzere.
Orta ikiye başlamıştı o sene. İki kilometre idi okulla ev arası her gün
iki kilometre gel iki de git dört kilometre.
Bazen kaçak bindiği
belediye otobüsünden yarı yolda indirirdi fark eden muavin.
En sevdiği ders Türkçe ve en sevdiği öğretmen de Türkçe öğretmeniydi.
Okulda sadece okul birincisi olan arkadaşının ve onun Türkçe dersi 10
idi.
O yıl beden eğitimi dersinde spor ayakkabısı giymek zorunlu idi. Hocası
tutturmuştu illa spor ayakkabı ile geleceksiniz diye. Ne bilsindi onun
ve diğer arkadaşlarının spor ayakkabıyı sadece bayramlarda giydiğini.
Okul servisi ile sabah şehirden gelir, akşam gene aynı servisle geri
dönerdi. Daha bir gün bile gitmemişti spor ayakkabı istediği
arkadaşlarının köyüne.
Mecburen giydi bayramlık ve baba yadigarı beyaz spor ayakkabılarını. Ama
dayanamayacaklarını biliyordu günde dört kilometre yol yürü ondan sonra
da iki saat spor yap. Bir gün cız etti yüreği yanlardan patlak vermişti
ayakkabılar. Her ikisinin de iki tarafı patlamıştı. Arka taraftan
yırtık çoraptan görünen topukları ön taraftan ayak baş parmağı
görünüyordu. Ama mecburdu beden eğitimi öğretmeni spor ayakkabıyı mecbur
kılmıştı. Başka çaresi yoktu, alternatifi ise hiç yoktu.
Günlerden Cuma idi gene iki saat yırtık beyaz ayakkabısı ile beden
eğitimi dersi yapmış. Üstünü başını değiştirmek için sınıfına gitmişti.
Diğer arkadaşları aşağı inmiş bayrak töreni için toplanmışlardı.
Öğretmenler yerlerini almışlar. Geride kalan üç beş kişinin de
toplanmasını bekliyorlardı. Üstünü başını değiştirdi koşar adım
arkadaşlarının yanına inmeye başladı. Merdivenlerin başına geldiğinde
omzuna bir elin dokunduğunu hissetti. Geriye dönüp baktığında en sevdiği
Türkçe öğretmeni karşısındaydı. Öğretmeni yavaşça kulağına eğildi kısık
bir sesle
- Ayakkabı numaran kaç? Dedi
Beyninden vurulmuştu sanki başı döndü sendeledi.
Kısık ve cılız bir sesle
- Benim ayakkabıya ihtiyacım yok hocam dedi.
Altı kalkmış her tarafı patlamış beyaz spor ayakkabısı ile geri döndü
koşarak sınıfına çıktı.
Ağladı… Ağladı… Ağladı…